Masumiyet Müzesi, “Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?” cümlesiyle başlıyor. Hem çok kuvvetli, hem de hüzün dolu bir cümle. Güçlü yanı bir insanın bütün hayatını gözden geçirip en mutlu anını seçebilmesi fikri, üzücü yanı ise o anı yaşarken bunun farkında olmaması. Bu mutluluğu çok güzel tasvir ediyor Orhan Pamuk:
“Çok mutluydum. Ama bu, aklımın ölçerek anladığı bir mutluluk değil, tenimin yaşayarak tanıdığı ve daha sonra sıradan hayatın içinde, bir telefon açarken ensemde, acele acele merdivenleri çıkarken kuyruk sokumumda ya da dört hafta sonra nişanlanmayı kurduğum Sibel ile Taksim’de bir lokantada yemek seçerken göğsümün ucunda hissederek hatırladığım bir şeydi.”
Hayatımın en mutlu anıymış gibi iddialı bir cümle beni de düşündürdü hayatımın en mutlu anının ne olabileceğine. Kendimi çok mutlu hissettiğim zamanlar hatırlasam da, en mutlu anımı henüz yaşamamış olmayı istedim. Orhan Pamuk’un bu konuda da söyleyecekleri var elbet:
“Aslında kimse, onu yaşarken hayatının en mutlu anını yaşadığını bilmez. Bazı insanlar kimi coşkulu anlarında hayatlarının o altın anını “şimdi” yaşadıklarını içtenlikle düşünebilir ya da söyleyebilirler belki, ama gene de ruhlarının bir yanıyla bu andan da güzelini, daha da mutlu olanını ileride yaşayacaklarına inanırlar. Çünkü özellikle gençliğinde, hiç kimse bundan sonra her şeyin daha kötü olacağını düşünerek hayatını sürdüremeyeceği gibi, insan eğer hayatının en mutlu anını yaşadığını hayal edebilecek kadar mutluysa, geleceğin de güzel olacağını düşünecek kadar iyimser olur.”
Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi’nden “on yıl düşlediğim, altı yılımı verdiğim” kitap diye bahsediyor. “Masumiyet Müzesi yalnızca bir roman değil, aynı zamanda İstanbul’da yıllardır kurmaya çalıştığım bir müze” diye de ekliyor. Gerçekten de bu romanı özel kılan, kurgu ile gerçeği birleştirmesi, gerçekdışı olanla gerçek arasında bir köprü kurması. Kitabı yazarken bir müze kurup içinde objeler sergileyeceğini bildiği için, roman İstanbul’da, Orhan Pamuk’un yaşadığı semtlerde geçiyor ve onun hayatından çok büyük izler taşıyor. Manzaradan Parçalar kitabında “Teyzemlerin bir ‘56 Chevrolet’si vardı, şöförünün adı da Çetin’di. Romanımda anlattığım zenginlerin bir kısmını babamın, amcamların arkadaşlarından bir kısmını kuzenlerim ve onların arkadaşlarından, bir kısmını da kendi lise arkadaşlarımdan ilhamla yazdım” diyor. Kendisi de romandaki karakterler gibi on sekiz yaşında ehliyet almaya karar verip direksiyon sınavında sayısız kere kalıyor ve hayatının bir döneminde film senaryoları yazıp sanat çevrelerine giriyor.
Orhan Pamuk, kitapta müzenin onun için ne ifade ettiğini şöyle anlatıyor: “Müzeler, gezmek için değil, hissetmek ve yaşamak içindir.” Ben de Masumiyet Müzesi’ni okuduktan sonra kitabın bana hissettirdiği duyguları hatırlamak için müzeyi ziyaret etmeye karar verdim. Ancak kitap yayınlandıktan birkaç sene sonra tamamlayabildiği müzenin İstanbul’da antikacıların bulunduğu Çukurcuma semtinde olması da çok anlamlı.
Bu müze benim için daha çok Orhan Pamuk’u tanımaya vesile oldu. Yazarın kendi seslendirdiği audioguide’ı dinlediğinizde onun ne kadar romantik bir insan olduğunu fark ediyorsunuz. Gece geç saatte herkes uyurken roman yazmasından, İstanbul boğazının sessizliğini dinlemesinden, çocukken İstanbul’un arka sokaklarında dolaşırken o evlerdeki insanların hayatlarını hayal etmesinden bahsediyor. Müzenin üst katında Orhan Pamuk’un kitabı yazdığı defterler de bulunuyor. Romanlarını bol bol karalayarak, yer yer resimler çizerek ya da editörüne notlar düşerek yazdığı sayfaları görmek bir filmin perde arkasını izlemek gibi keyifli. Romanı bölümlere ayırıp parça parça yazması, bazen bölümler atlayıp sonra geriye doğru yazması bende Orhan Pamuk’un roman yazmaya bir mühendis gibi yaklaştığı izlenimini uyandırdı. Çok titiz ve araştırmacı birisi olan Orhan Pamuk bu müzeyi açmadan dünyanın dört bir yanındaki müzeleri gezmiş, notlar tutmuş. Müzenin en etkileyici kısımı girişteki 4213 izmaritin bulunduğu pano olsa gerek. Kitap yazarın hayatından izler taşıyor demiştim ya, “1974’ten 1995’e kadar günde ortalama otuz sigara içtim” diyor Orhan Pamuk. Müzedeki bazı kutular henüz tamamlanmadığı için perde ile kaplı, bazı kutular da yazarın tam içine sinmediği için yarı açık.
Her zaman biz arayıp bulmayız, bazen de şarkıların, filmlerin ve romanların insanı bulduğuna inanırım. Masumiyet Müzesi de bu şekilde karşıma çıkan romanlardan oldu. Bir aşk romanında bile bu kadar derinlik katan Orhan Pamuk’un bu kitabından çok etkilendim, duygu yüklü bu romanı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.