Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ı yakın zamanda 110 yaşında kaybettik. Bu nedenle geçen yıl aldığım, Büşra Sanay’ın kendisiyle yaptığı söyleşi kitabı “Yaşadım Demek için Ne Yapmalı?“yı okudum.
Bu kitapta, yaşamın anlamını bulmak, hayatı nasıl yaşamalı, kendini geliştirme, insan ilişkileri, kariyer, kadın olmak, Türkiye’nin gelişimi ve Sümeroloji gibi konular üzerine bir söyleşi okuyoruz. Büşra Sanay sorularıyla derinlemesine bir sohbet gerçekleştirmiş ve ortaya çok iyi bir iş çıkarmış.
İlber Ortaylı’nın “Bir Ömür Nasıl Yaşanır?” ve Vedat Milor’un “Hesap Lütfen” başlıklı söyleşi kitapları da yayınlanmıştı. Ancak, yaşı benden çok büyük ve farklı mesleklerden gelen insanların hayata dair tavsiyeleri bana faydalı gelmiyor. Bunun sebebi, hem dönemin koşulları ve dinamiklerinin çok farklı olması hem de kendi deneyimlemediğim tavsiyeleri içselleştirmekte zorlanmam.
Muazzez Hanım ile olan sohbeti merak etmemin sebebi kendisinin Cumhuriyet’in kuruluş dönemine tanıklık etmiş olması ve o dönemin koşullarını ve hissiyatını merak etmemdi. Kitapta bu konulara değiniliyor, özellikle Köy Enstitütleri ve Cumhuriyet’in ilk yılları ve Atatürk ile karşılaşması ile ilgili anılarını okuyoruz. Bu konuya daha geniş yer verilmesini isterdim.
Eşi Kemal Çığ, Çırağan Sarayı’nın müdürlüğünü yaptığı için 16 yıl Çırağan Sarayı’nda yaşamış olmaları, Türkiye’nin nüfusunun 15 milyon olduğu günleri duymak bana ilginç geldi.
Kitapta altını çizdiğim bazı kısımlar şöyle:
- Bizim neslimiz genç Cumhuriyet’in sağladığı imkanlarla okuduk, çalıştık ve hayatlar kurduk. Kendimizi bu yüzden ulusa karşı hep borçlu hissettik. Bizim gençlik dönemimizde elzem olan, bir an evvel okumak ve memlekete faydalı olmaktı. Zaman içerisinde para kazanma hırsı hayatın temel meselesi haline geldi.
- Bizim nesilimiz “Yapabilirsem yaparım” diyebilme lüksü olan bir nesil değildi. Yapmak zorundaydık. Başka çıkış yolumuz yoktu.
- Ben hayatın anlamının üretmek ve sevmek olduğunu düşünenlerdenim.
- Mutluluğu çalışmakta bulanlardanım. Hayatımı çalışmak üzerine temellendirdim. Bugün insanların büyük bir bölümü, maddi refahı mutluluğun önkoşulu zannediyorlar.
- Eğer hayatınızın merkezine para kazanmayı koyarsanız yaptığınız iş, hayalinizdeki iş olsa dahi, bir süre sonra tatsızlaşmaya başlar.
- Ne kadar yaşlanırsan yaşlan, ruh yaşlanmıyor.
- Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Türkiye’de şehirliden çok köylü vardı. Ülke nüfusunun %80’i köylerde yaşıyordu.
- Eskiden komşuluk bir nevi kader ortaklığıydı. Anadolu’nun birçok şehrinde işçi mahalleleri ve memur mahalleri vardı. Askerler ve polisler lojmanda otururlardı. Komşunla aynı zamanda iş arkadaşıydın.
- Gündelik hayatta yüksek sesle konuşmazdık. Çok ciddi bir ayıp olarak kabul edilirdi.
- 1800’lerin ortalarından Birinci Dünya Savaşı’na kadar pasaport kullanımı yoktu. Fakat Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte bir geçici önlem olarak pasaport ve vize uygulaması getirildi.
- Doyduğumuz yere kıymet veririz. Orayı evimiz biliriz. Belki hayatımızı doyduğumuz yerde geçiririz. Ama memleketimiz doğduğumuz yerdir. Çünkü memleket sadece bir kara parçasını tanımlamaz. Aynı zamanda o toprak parçası üzerindeki kültürü ve her şeyden öte insanları kapsar.